Ağustos ayının başlarıydı. Kavurucu sıcaklar iyiden iyiye hissettirdiğinden gündüzleri kahvehanenin önünde pek kimse olmazdı. Muhtarlık odasının önünde tahta divanda yatan Ali agayı saymazsak tabii. Gün ufaktan ikindiye dönmeye başlayıp, keskin sıcaklık tesirini kırmaya başlayınca köy kahvehanesini işleten Mahmut camiinin köşesinden göründü. Renkli gözlerinin etrafındaki göz torbalarının şişmesinden belli ki öğle uykusundan yeni uyanmıştı. Şiş gözleri ve ökçesini ezdiği yumurta topuk ayakkabıları ile kahvehaneye girip ilk işi yedeği yakmak oldu.Şu saatlerde kimse olmasa da birkaç saate köy arabasının Küçükkuyu’dan gelmesiyle insan dolardı buralar, o yüzden ilk iş yedeği ateşlemekti. Yedeğin altını açtıktan sonra çınar ağacına asılmış hortumu çekip çeşmenin kurnasına taktı. Bir elinde yeni sardığı sigarası diğer elinde hortum, toz kalkmasın diye etrafı suluyordu. Uykusunun açılmamasından mıdır yoksa aklına gelen bir hatırasından mıdır bilinmez dalıp gidiyordu ıslattığı toprağa.

Kahvehanenin açıldığını gören Hamdi aga yani abuş trafonun ardından gözüktü. Ağır adımlarla yürürken bir yandan elinde tuttuğu bir avuç erikten arada ağzına atarak geliyordu. Kahvenin önünde elinde hortum kahveci Mahmut ve Emin i görünce “Merabayın” dedi. Eğer birden fazla kişi varsa merhaba değil merabayın demek adetten olmuştu. Bir elinde erikle masaya oturup “Çay çıktı mı Cemal?” dedi. Kahveci Mahmut’un bir diğer adı Cemal idi zira. “Yok ta du bakam yedee yeni yaktım,acık beklecen.“dedi elinde hortum. Çay çıkasıya boş durmak istemeyen Abuş tavlayı kapıp Emin aganın masasına oturunca bütün pulları ve zarları döktü. İkisinin de en büyük hobisi dama idi. Derken hızlıca bir dama maç serisi başladı. Başlangıçta hoş tatlı atışmalı geçen oyunlar, yerini daha gergin hale bırakıyordu. Ne zaman ki abuş pulları tavlaya sert bir şekilde vurmaya başladı, anlardık ki oyun kızışmıştı.

İkisinin oyununa yandan bakarken rekabetin içindeki tatlı sert yanlarını görmek ayrı keyif vericiydi. İki dostun rekabeti yükselterek birbirini daha ‘usta’yapmasına şahitlik etmek gibi.Oyunun en kızışmış anında kahveci Mahmut’tan bir ses :

– Abuş, Emin çay mı içiysiniz , Oralet mi ?



Ah zaman… Güzel hatıralar hafızamın bir köşesine yazılı bu anının yaşandığı tarih 1993 ya da 1994 senesi olmalı. İnsandan insana yolların kısa olduğu seneler. Elde cep telefonlarının olmadığı, insanların sonsuz(muş) meşgale hissinin olmadığı sakin geçen zamanların olduğu yıllar. Tatlı sert geçen dama oyunun ardından yudumlanan çayların köpüğünde eriyen yorgunluk. İnsanın insana ayırdığı zaman, insana verilen en büyük hediye. Ne çok şey dönüştü,hızlandı, meşgale içinde boğuldu insanlar. Hiç bir şey yapmadan durmanın keyfini tadını unutan insan… Bir elinde hortum diğer elinde sigarası ile zamanın akışını düşünmeyen insanın kalender meşrepliğini bilmeyen modern insan. Basitliğin güzelliğini kaçırıyor.